24 Ağustos 2012
Sayı: SİKB 2012/01 (34)

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt halkına yönelik kirli savaş tırmandırılıyor
Savaş tanrılarının barışını istemiyoruz!
BDSP’den Antep açıklaması
Sendikal ihaneti parçalama görevi
Devlet terörüne geçit vermeyelim!
Blokaj eylemine özel güvenlik terörü
Kiğılı direnişçisi Didem Sorhun ile konuştuk
Micha, Türk Metal ihanetiyle son buldu
Metal İşçileri Birliği’nden açıklama
Deri-İş Sendikası ve DDSB’nin Trexta örgütlenmesindeki
Ali Bayram ile Trexta ve yaşanan süreç üzerine
Barış sorunu - V. I. Lenin
1 Eylül Dünya Barış Günü!
Grev katliamının arkasında sömürü cehennemi var!
Güney Afrika polisi katletti!
“Barometre fırtınayı gösteriyor!”
İşçiler hakları için eylemde!
Havayolu çalışanlarının grev sınavı
İşçilerden dinliyoruz: 16 ton
4+4+4 gerici eğitim sistemi
Hacıbektaş şenliklerinin gösterdikleri
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçilerden dinliyoruz: 16 ton

On altı ton yüklersin, ne geçer eline?
Bir gün daha yaşlanırsın, biraz daha borca batarsın,
İşte bu. Benim ölmeye imkanım yetmez, ruhum şirket mağazasına rehin.”

Merle Travis, 1940’lı yıllarda radyolarda çalıp söylüyor ya da Hollywood’da çekilen Western filmlerinde küçük rollerde oynuyor. Babası, amcası ve dedesi maden işçisi olan Travis, bir plak şirketinden gelen “folk şarkılardan oluşan bir albüm yap” teklifini değerlendirir ve 1947’de bir albüm yapar. Albümünde maden işçileri ile ilgili üç şarkı vardır, 16 ton (Sixteen tons) bunlardan birisidir. Radyo ve televizyonlarda şarkı çalar, FBI’dan radyolara “bu adamın şarkılarını çalmayın” uyarıları gelir. Savaş sonrasında şarkı iyice tutar. Ernie Ford adında bir müzisyen şarkıyı yorumlar ve plağın kapağına koyar, 1955 yılı Amerikan müzik listelerinde on hafta boyunca ilk sırayı alır.

16 ton şarkısı, maden işçileri ile ilgilidir. Maden işçilerini anlatan bir şarkının haftalarca en çok çalınan/dinlenen şarkı olmasını anlamak için Amerikan maden ocaklarına bakmak yeterli:

Aralık 1951, patlama, 119 ölü. Şubat 1952, patlama, 6 ölü. Mart 1952, su baskını, 5 ölü. Mart 1953, patlama, 5 ölü. Kasım 1954, patlama, 16 ölü. Ocak 1957, patlama, 5 ölü. Şubat 1957, patlama, 37 ölü. Eylül 1957, patlama, 6 ölü. Aralık 1957, dam çökmesi, 5 ölü, patlama, 11 ölü. Ekim 1958, iki patlama, 36 ölü. Ocak 1959, su baskını, 12 ölü. Mart 1959, patlama, 9 ölü…

Vicdan ve serbest piyasaya dair bir film

16 Ton, bir hit şarkı olmasının dışında aynı zamanda bir belgesel film: Resim, fotoğraf, desen ve gravürlerin hareketlendirilmesi yoluyla bir metnin seslendirilmesi üzerinden, orijinal hareketli görüntüleri çok az içeren, büyük ölçüde bilgisayar teknolojisi ile oluşturulmuş bir yapım. Metin yazarı, seslendireni ve yapımcısı Ümit Kıvanç filmi için şunu söylüyor: “16 Ton, insanlık tarihine ironik bir yaklaşım. Bugünkü yanlış hayatımızı neleri nerelerden nasıl çıkartarak inşa ettiğimizi anlatıyor.” Film, 9 bölümden oluşuyor. Film metnine sadık kalarak filmi okumaya çalışalım.

1: Fitness Yolunda

Aklı icat eden Emmanuel Kant ve David Hume, beyazların yüksek duygulara sahip ve her şeye kâdir, siyahların en azından uşak olarak eğitilebilir, Hintliler’in dalavere konusunda akıllı fakat soyut düşünmeye yeteneksiz, Amerika yerlilerininse tembel, tutkusuz, kof, hiçbir işe yaramaz olduğunu keşfettiler. Tüfek çağına varan Avrupalılar, altın-gümüş çağına geçebilmek için, gidip, henüz tüfek çağına ulaşmamış olanları yok ettiler ya da esir ettiler. Hernando Cortes, Aztek İmparatorluğu’nu, Francesco Pizarro da İnka’ları yok etti. Buna “Keşifler Çağı” adını verdiler. En büyük kâşif, Kristof Kolomb, yerli halktan “boyları posları münasip, iyi hizmetçi olurlar” diye söz eden bir adamdı. Günlüğüne şöyle yazmıştı: “Yerlileri dikkatle inceliyorum ve altınları olup olmadığını anlamaya çalışıyorum... Bu adalar güzel ve verimli, havası da güzel. Henüz bilmediğim şeyler olabilir ama araştırmaya niyetim yok çünkü başka adalar da bulup altın var mı diye bakmak istiyorum.”

Baktılar, varmış!

Sömürgeci fatihlerin silahı tüfek, Sanayi Devrimi’ninki buhar makinesiydi. İnsanlık bugüne kadar karanlıkta el yordamıyla dolaşmış, zamanını boşa harcamıştı. Hâlbuki insanlığın bir kısmı fabrikalarda sakat edilir veya karanlıkta sürünmeye devam ederse öbür kısmı trenle gezebilir ya da buharlı gemilerle savaşabilirdi. Bol bol kömür lâzımdı. Madem dünyanın öbür ucundaki silahsız insanları maden ocaklarına sokmak mümkündü, bunu elbette kendi ülkelerinde de yapabilirlerdi, çünkü parası ve silahı olmayanlar çoktu. Frankie Lane’den dinliyoruz: Sixteen Tons

2: Bronz Çağı

ABD’de 72 milletten göçmen, yerin yedi kat altında boğaz tokluğuna ter akıtıp can vermekten artık bıkmıştı. 1897 Eylül’ünde işçiler sendika hakkı için Lattimer Ocağı’na doğru yürüyüşe geçti. Şerif, yanındaki silahlı adamlarıyla işçilerin karşısına dikildi ve buyurdu: “Dağılın!” İşçilerin üzerine ateş açıldı, 25 işçi hayatını kaybetti. İngiliz, İskoç, Hırvat, Galli, İtalyan ya da Polonyalı…

1900’lerin başı, küçük bir madenci kasabası Virden, grevde. Patronlar Alabama’dan 200 kadar işçiyi trenlere doldurup Virden’e getirmeye kalktılar, işçiler trene engel olmaya çalıştı, trenden ateş açıldı: Sekiz işçi öldü, kırk işçi yaralandı. Virdenli işçiler silahlarla karşılık verdiler, işverenin silahlı kuvvetlerinden dört kişi öldü. Bir ay sonra ücret artışı ile beraber 8 saatlik işgünü kazanıldı. Virdenlılar o dönemi hikaye eden bir anıtı 2006 yılında yaptırdılar. Jonny Cash’ten dinliyoruz: Sixteen Tons

3: Ateşin Bulunuşu

1910’larda, ABD’nin bereketli maden bölgesi Colorado, 28 yılda 1700 ölüyle kazalarda başa oynuyordu, ama henüz liste başı olamamıştı. Demir ve Kömür polisi, 25 ayrı milletten işçiye göz açtırmamaya çalışıyordu. Vardiyalar oluşturulurken, birbirlerinin dilini anlayamayanlar bir araya konuyor, fakat lojmanlarda işçiler kökenlerine göre ayrıştırılıyordu. Şirketler, devlete ödedikleri bir dolar karşılığında, serbest piyasanın silahlı muhafızlarına yeni eleman katabiliyorlardı. İşçilere aslında para ödenmiyordu, marka veriliyordu. Bu markalar, şirket mağazasında geçerliydi, ayrıca kiralarını da şirket lojmanında kaldıkları için şirkete ödüyorlardı. İşçiler greve çıktı, talepleri belliydi: Çıkardığımız kömürü tartacak kişileri biz seçelim (çıkarttıkları kömür kadar ücret alırlardı) Lojmanlardan kovuldular, sendikanın getirdiği çadırlara yerleştiler. Ulusal muhafızlar çağrıldı, çadırlara ateş ettiler, onlarca işçi öldü. İşçiler yılmadı, direnişe devam etti. Katliam basında geniş yer buldu, Wall Street Journal dahi itiraz etti. The Nighthawks’tan dinliyoruz: Sixteen Tons

4: Halkla İlişkiler Çağı

Bu çağ, Taş Devri’nden çok ileri bir çağı ifade eder. Şirketlerin bozulan imajı, gazete bültenlerinde itina ile düzeltilecektir. Büyük patron işçilerle beraber madene iner, onlarla konuşur, çocuklarını sever, yemek yer, vesaire. Bütün bunlar gazetelerde yazılır çizilir, fotoğraflar boy boy basılır. Büyük patron aslında işçileri sömüren değil, kasabayı kalkındıran bir “işadamı”dır. Hep dövmek olmazdı, arada öpmekte gerekirdi, halkla ilişkiler çağındaydık. Filmin bu bölümü ne kadarda tanıdık ve “ben bu filmi daha önce izledim” dedirten cinsten değil mi? Kızılordu Korosu söylüyor: Sixteen Tons

5: Yüzde Çağı

16 Ton plağını çıkartan Capitol firması bu şarkı sayesinde kârını %33 arttırdı, satışları %25 arttı ve cirosu 21 milyon doları geçti, ama aynı yıl West Virginia eyaletinde ölen bir maden işçisinin eşine 844 dolar 67 cent tazminat ödediler. Ernie Ford’dan dinliyoruz: Sixteen Tons

6: Elmas Çağı

Zonguldak, karaelmas diyarıdır. İnsanlar cadde üzerindeki bankamatikten para çekerken maden işçisi yerin 300 metre altında kömür tozunu ciğerlerine çeker. “Uzun Mehmet” adında efsanevi bir kişinin kömürü bulduğuna dair hikayeler anlatılsa da (Zonguldak’ta heykeli bile var) bölge halkı milattan öncesine kadar kömürü tanımaktadır, fakat insanlar kömüre pek itibar etmemiştir. Avrupa devrimlerle sarsılırken Sultan Abdülmecit’te boş durmamış, Ereğli maden havzasını 1844’te kendi üzerine kaydettirmiştir. 1853 Kırım Savaşı patlak verdiğinde görüldü ki bu kömür oldukça önemli bir meseledir. İngilizler ve Fransızlar bölgeye akın ettiler, liman ve demiryolu inşa ettiler. 1867’de Dilaver Paşa bir nizamname yayınlar. Kömür var, bir şey eksikti: Kömürü çıkartmak için yeraltına inecek insanlar. İnsanlar gönüllü değillerdi. Osmanlı meseleyi bildiği yoldan halletti, padişah buyurdu: “13 yaşını geçmiş, 50’sine varmamış bütün erkekler madende çalışacak!” Türkçe’ye yeni bir deyim kazandırılmış oldu aynı zamanda: “Hayatını karartmak.” Osmanlı, Cumhuriyet olmuştu ama devlet yine devletti. İlk akla gelen şu oldu: “Ocakların civarına amele mahalleleri kuralım, işçileri buralarda toplayalım, gözümüzün önünde olsunlar.” Avusturyalı Prof. Grannig uyardı: “İşçilerin kendilerini köylü gibi hissetmesini sağlayın, köylü-işçi olsunlar, denetim kurun, sonra kendilerini sanayi işçisi gibi görürlerse başınız ağrır.” Naziler, Avusturya’yı işgal etti ve Prof. Grannig faşizme olan hasretini biraz olsun gidermiş oldu. Rockapella’dan dinliyoruz: Sixteen Tons

7: Yazının İcadı

Zonguldak’ta çalışmak zorunluydu, yani mükellefiyet vardı. İşçiler kaçtılar, yakalandılar, yine kaçtılar. İlhan Berk yazdı: “Öyle insanlar gördüm ki, ölüm peşlerine düşmeye korkardı... Ya kuyulara iniyorlar ya kuyulardan çıkıyorlardı... Bir düdük sesinde bütün şehir ayaktaydı... İkinci bir düdüğe kadar... tıs yoktu. Uyudum uyandım aynı seslerdi... Anladım en kısa ömür insanoğlunundu.” Baretleri, tulumları ve ellerindeki azık torbalarıyla dünyanın bütün maden işçilerinin birbirine benzediği sanılır, oysa benzeyen yüzlerinin karasıdır. Orhan Veli yazdı: “Yüz karası değil, kömür karası/Böyle kazanılır ekmek parası.” Piyasa ekonomisi nihayet bu topraklarda da hayata geçti, artık insanlar zorla maden ocaklarına indirilmiyor. Gazeteler yazdı: “1500 maden işçisi alımına 40 bin kişi başvurdu.” Ruhr Nefesli Beşlisi’nden dinliyoruz: Sixteen Tons

8: Radyo Çağı

1956 10 Mart’ı Zonguldak’ta işçiler greve çıktı, hükümet ve sendika ‘kanunsuz’ dedi. 11 Mart’ta Kozlu işçileri ayağa kalktı, barikatları kurdu, köprüyü kapattı. Vali, Ereğli’yi arayarak donanmadan yardım istedi, 12 Mart’ta işçilere ateş açıldı: Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar vuruldu. Çatışmalar yoğunlaştı, jetler alçak uçuş yaparak gözdağı vermeye çalıştı. Türk-İş Başkanı radyodan söylendi: “Bir avuç eli sopalı komünist işçilere içki içirmiş, bu yüzden kurşun yağmuruna göğsünü açarak yürüyorlar.” 1000 civarında işçi tutuklandı, Türk-İş başkanı henüz “Süleyman Demirel bu ülkenin medar-ı iftiharıdır” dememişti. Eric Burdon’dan dinliyoruz: Sixteen Tons

9: Özgürlük Çağı

Madenci yerin yedi kat dibinde ter döker, terini siler, su içer, kömür tozu yutar, yemek yer, üzülür, sıkılır, hayal kurar, heyecanlanır, öfkelenir, şakalaşır, kısaca yaşar. Maden işçileri ocakta ölmezlerde emekli olurlarsa hastalanır, erken ölürler. Serbestçe ölürler. Aşık Mahzuni Şerif bir ezgisinde şöyle der: “Toptan ölür madenciler.” General Electric, maden işçileri için yapılmış bir şarkıyı alır, kadın bedenini de metalaştırarak çektiği reklam filminde kullanır. İşte budur kapitalizmin özgürlük çağı. Frekansınızı bozmayın, sesi biraz daha yükseltin, işçilerden dinliyoruz: 16 Ton

K. Aras

 

 

 

 

Hera’da ilk toplu sözleşme

Afyonkarahisar Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Hera Tekstil’de aylarca süren sendikalaşma mücadelesi sonuç verdi.

Toplusözleşmeye göre işçi ücretleri ilk altı ay için yüzde 4, ikinci altı ay için yüzde 4 oranında artırılırken ayrıca ücretlere her ay seyyanen 30 lira aile yardımı, her ay ikişer yevmiye tutarında ikramiye de verilecek.

Fabrikada işçiler arasında kademelendirme yokken imzalanan sözleşme ile işçilere çalıştığı bölüm ve yılına göre kademeli ücret artışları da yapıldı.

Sözleşme ile ayrıca bayram harçlıkları, yol paraları, çocuk yardımı, yılda iki defa olmak üzere gıda yardımı da yapılacak.

 

 

 

Haribo’da örgütsüz grev

Haribo Şekerleri’ni üreten Pamir Gıda’da “örgütlü” Tek Gıda-İş Sendikası, 15 Ağustos’ta işçisiz bir “grev” başlattı.
Almanya merkezli şirket, sendika üyelerini tehdit ederek fabrikaya getirdiği noterle sendika üyesi işçileri üyelikten istifaya zorladı. İşçilerin belgeleri bile okumalarına izin vermeden zorla sendikadan istifa ettiren Haribo patronunun bu tutumunun ardından yasal prosedürü işleten sendika, grev uygulamasını başlattı.

Tek Gıda-İş Sendikası eylemlerini Türkiye ile sınırlı tutmayacağını ve uluslararası sendikal örgütlülüğü de devreye sokarak yabancı tüketiciye de haksızlığı anlatacaklarını belirtti.

Haribo’daki işçisiz grev, patronların örgütlenme düşmanlığını göstermesinin yanında işçilerin sendikaya üye olmasının örgütlülük anlamına gelmediğini, gerçek örgütlülüğün fiili-meşru mücadeleden geçtiğine de işaret etti.

 

 

 

 

İşçi ölümleri sürüyor!

Patronlar için “yük” olarak görülen işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması yeni işçi katliamlarına kapı aralıyor. Birçok ilde, kölece ve güvencesiz çalışma koşulları işçi ölümlerine ve yaralanmalara neden oluyor.

DİSK’e bağlı Sine-Sen Genel Başkanı Zafer Ayden’in verdiği bilgiye göre, Ramazan Bayramı’nın 2. günü (20 Ağustos) İstanbul Beykoz’da Eflatun Film şirketinin hazırladığı “Şubat” dizisi için set hazırlığı yapan Ergün Makina işçileri İzmit’e dönüş yolunda kaza yaptı. 3 işçi hayatını kaybederken 3 işçi de yaralandı.

Batman’ın Gercüş İlçesi’ne bağlı Hisar Beldesi’nde, bayramın birinci günü elektrik kesintilerini onarmak için çalışan DEDAŞ görevlisi 35 yaşındaki Orhan Yıldız, çıktığı yüksek gerilim hattında akıma kapılarak yaşamını yitirdi. Orhan Yıldız’ın cenazesi savcı ve jandarma incelemesi için bir buçuk saat direkte asılı bekletildi. Ailesi yaşanan iş cinayetini duyup bölgeye geldiğinde cenazesi hala direkte asılıydı.

Slikozis bir can daha aldı

3 yıl önce İstanbul’da çalıştığı bir kot taşlama atölyesinde slikozis hastalığına yakalanan Vedat Yıldırak hayatını kaybetti.

8 yıl önce Bingöl’ün Karlıova İlçesi’ne bağlı Taşlıçay Köyü’nden İstanbul’a göç eden ve kot taşlama atölyesinde slikozis hastalığına yakalanmasının ardından köyüne dönen Yıldırak, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi görmeye başladı. 29 yaşında ve iki çocuk babası Yıldırak 17 Ağustos günü hayatını kaybetti. Yıldırak’ın ölümüyle birlikte, Taşlıçay köyünde slikozis hastalığından ölenlerin sayısı 8’e, Karlıova ilçesinde ise 15’e yükselmiş oldu.

Madende 1 ölüm

Zonguldak’ta, kömür ocağında meydana gelen “iş kazası”nda yaralanan maden işçisi, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. 10 Ağustos’ta Gelik beldesindeki özel maden firmasında kömür üretilen galeride yaklaşık 10 metrelik boşluğa yuvarlanarak yaralanan Sadettin Hamarat (32), yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

2 işçi yaralandı

Muğla’nın Dalaman İlçesi’ndeki bir krom madeninde, toprak yığınının kaymasıyla meydana gelen göçüğün altında kalan Mehmet Urhan ve Ahmet Karaöz isimli işçiler, arkadaşları tarafından kurtarılıp hastaneye kaldırıldı. Tedaviye alınan işçilerin sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi.

Bingöl’de Kredi Yurtlar Kurumu’nun 750 kişilik Yüksek Öğrenci Yurdu Sosyal Tesisler ve İdari Binası inşaatında beton dökme sırasında meydana gelen çökmede 6 işçi yaralandı. Yaralı işçiler, Bingöl Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne kaldırılarak tedavi altına alındı.

Antalya Kumluca’da Bağlık Mahallesi Gödene Caddesi’ndeki bir inşaatta çalışan Sezayi Cingöz (51), asansörle inşaatın üst katlarına tuğla taşımaya başladı. Bu sırada Cingöz’ün başına asansörle yukarıya taşınan bir tuğla düştü. Cingöz’ün, olay yerinde hayatını kaybettiği belirlendi.